Gün olur devran döner demiş eskiler. Rüzgar eken Avrupa devletleri, fırtınayı biçmeye başladılar bile. Yıllarca bizleri aşağılayan, öteleyen ve hor gören Avrupalılar kendi dertlerine düşmüş durumdalar. Yunanistan ekonomisinin çöküşü, kıta Avrupa’sında ciddi bir salgın başlatacak gibi duruyor. Her ne kadar son bir, bir buçuk yıldır Almanya güdümlü Avrupa Merkez Bankası bu gidişatı durdurmaya çalışsa da, ufukta herhangi bir başarı, şimdilik ön görülmüyor.
Gelişen teknoloji, bireyler arasında artan iletişim olanakları ve paranın hızlı transferi çok yakında yeni bir dönemin başlangıcının da fitilini ateşleyecek. Tarih eskisinden hızlı tekerrür edecek. Dönüşüm ve değişim her ne kadar sancılı olsa da kazanan bir ülke olacak: Türkiye.
1699 yılındaki Karlofça anlaşmasından bu yana, süregelen toprak kayıpları sonucunda küçülmemizin getirdiği ulusal statükocu anlayış, Türkiye’nin toplumsal dinamizmini derinden etkilemiş; idarecileri atılım yapmaktan korkan, ecnebileri yücelten politikalar izlemeye yöneltmiştir. Bu durum, en iyi son 30 yılda katıldığımız Eurovision şarkı yarışmaları ve Avrupa şampiyonalarında tahlil edilebilir. Toplumsal özgüven yeniden kazanıldığında ise elde edilen başarılar açıkça ortadadır.
Ancak Türkiye olarak yapmamız gereken resmi sınırların statükosu içerisinde kendimizi hapsetmemektir. Türkiye artık batı sınırının Edirne, doğu sınırının ise Hakkari olduğu alelade bir ülke değildir. Anadolu, Saraybosna’dan Kerkük’e kadar uzanan doğal kültürel bir mirasın yegane sahibi ve birleştiricisidir. Sahip olduğumuz değerleri yerinde ve etkili bir şekilde kullanmak, kurulan yeni dünya düzeninde bizleri ummadığımız yerlere getirebilir. Kuzey Afrika’da başlayan “bahar’ın”, Avrupa’da “sonbahar’a”; Türkiye’de ise “yaz’a” döneceği günler emin olun çok yakındır.

Bir yanıt yazın