Kategoriler
Köşe Yazılarım

Adalet bunun neresinde?

Hekimlik, Doktorluk ve Hekim Öğretmenliği-2 

Tıp fakültesinde geçen altı yılın sonunda, mezun olan her hekimin anladığı acı bir gerçek var: henüz doktor olamadığı.

Ya da doktor olduğu, ancak öyle kabul kabul edilmediği…

Halk, normal vatandaşı üniversite – üniversite mezunu değil diye ayırırken; hekimlerin bitirdiği altı yılı bir anda hiçe sayması gerçekten anlaşılır bir durum değil.

Dünyanın en zor eğitim sürecinin, bu kadar değersiz görüldüğü başka bir ülke ne yazık ki yok.

***

Bunun iki temel sebebi olabilir; hekimliğin halka yeterince anlatılmaması; ya da mezuniyet sonrası eğitimin yeterince yapılmaması.

Mevcut meslek örgütündeki Pratisyen Hekimlik Enstitüsü’nün işlevsel çalışmamasının da bu duruma ciddi katkısı olabilir.

Dünyanın çoğu yerinde, altı yılın kazanımları ışığında olgunlaşmanızı sağlayan bu tür enstitüler, hekimlik nosyonunu ülke gerçekleri çerçevesinde tamamlarken; ülkemizde hekimler, fakülte sonrası yalnız kalmaktadır.

Sözün özü şu: kitaptan hekim olunmuyor; yaşamak, görmek ve bir bilenin size yol göstermesi gerekiyor. Usta çırak ilişkisinin vazgeçilmez önemi bu noktada farkediliyor…

***

Bu şartlar altında perifer bir devlet hastanesine, aile sağlığı veya toplum sağlığı merkezine atanan bir hekim; kendini yalnız, değersiz ve eğitimsiz hissediyor.

Bir de tüm bunların üzerine hekim;  hasta ve hasta yakını şiddetine uğradığında; söylenebilecek bir söz kalmıyor…

***

İşte bu motivasyon, Türkiye’de tıpta uzmanlık sınavı başvurularını her geçen gün arttırıyor…

Tıpta Uzmanlık Sınavı’na hazırlanmak için intern hekimliğin hiçe sayılması, bu kısır döngüyü daha da içinden çıkılmaz bir hale getiriyor.

***

Dünyada, kazanılması durumunda bu kadar cefa çekilen başka bir sınav yoktur herhalde.

Sevinciniz, sonuçların açıklandığı günden, başladığınız bölümdeki temel iş yükünün üzerinize yıkıldığı güne kadar sürer ve sonrasında söner.

Temel bölüm yazıp nöbetten kurtulduğunu düşününler seminerlerden, klinik bölüm yazıp seminerlerden kurtulduğunu düşünenler nöbetlerden bir türlü kurtulamaz.

Tezatlar bununla da bitmez.

En profesyonel yaklaşımın gerektiği acil servislerde çömez asistanlar “tek” (!) başına görevlendirilir; icabında danışacakları kıdemlileri servistedir.

Aslında mevzuunun bu açıdan “profesyonel askerlik” konusundan pek de farkı yoktur. Az bir eğitimle neferleri öne sürersiniz ve sonuç almayı beklersiniz.

İstisnai yerler elbette vardır, ancak kaideler bozulmaz.

Çünkü bizlere göre acil servis, gayri nizami harp sahasıdır; “erler” (!) orada görevlendirilmelidir.

Çok şükür ki, durum çoğu zaman kazasız atlatılır, nasıl oluyor ben de bilmiyorum ama bir şekilde oluyor işte!

****

Yıllar yılları kovalar hocalarınız sizi 6 ayda bir denetler ama siz onları dört – beş –altı yıl boyunca hiç denetleyemezsiniz. Çünkü bir kere profesör ya da şef olarak atanan kişinin teamülen cennette bile yeri hazırdır.

Doğrudur yanlıştır ayrı mesele ancak, öz denetim mekanizmasını işletemeyen sistemler, anarşinin egemen olduğu kendine özgü sürdürülebilir bir kaos ortamı yaratır:

Aynı Ortadoğu gibi..

Vakti zamanında SCI yayını bile olmadan öğretim görevlisi olmaya hak kazananlar bugün haleflerinden insanüstü çalışmalar, board sertifikasyonları isterler;  bilimin çıtasını yükseltmekle o çıtanın yüreğinize işlemesi arasındaki denge ciddi anlamda bozulur.

Sesiniz çıkamaz, susarsınız.

Bir de hiçbir standardizasyonu olmayan uzmanlık sınavını kimi arkadaşlarınız kolayca geçerken, kimileri ağızlarında kuş tutsalar bile bu engeli aşamazlar. Hatta kimi zaman tezleri kabul edilmez ilişikileri kesilir. İlginç olan bu kişilerin çoğunun geçmişe dönük sicillerinde, olumsuz bir kanaat olmamasıdır.

Beş yıllık bir süreç, bir günde değerlendirilir hale gelir. Adalet bunun neresindedir ?

***

Tıpta uzmanlık eğitiminde aslında tuz kokmuştur. Çok iyi uzmanlık eğitimi veren merkezlerden, çok kötü eğitim veren merkezlere doğru uzanan geniş bir yelpaze mevcuttur.

Özeleştirinin yapılması, uluslararası sistemlerin incelenmesi ve yurtdışından ithal doktordan önce bu anlamdaki sistemlerin getirilmesi elzemdir.

Eğitim – hizmet dengesindeki bu açmaz ancak ve ancak ulusal tıpta uzmanlık eğitimi standardizasyonu ile mümkün olabilir.

Taraflar masaya oturup konuşmalı, yapılabilecekler hakkında ortak bir karara ulaşılmalıdır.

Taraflar derken bu noktanın altını çizmekte fayda var; eğitim gören ve eğitim verenler sakince birbirini dinlemelidir ki, objektif sonuçlara varılabilsin.

Hakkımızda alınan, ancak söz sahibi olamadığımız kararlar, genç hekimleri memnun etmeyecektir.

Türkiye’nin dünya standartlarında ve hatta ötesinde, tıpta uzmanlık eğitimi veren bir merkeze dönüşmesi “taraflar” (!) dikkate alınırsa çok da zor değildir.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir