Kategoriler
Köşe Yazılarım

Kabadayı

Beline kadar uzanan siyah atkısı,

Beyaz gömleği,

Rugan pabuçları ve uzun bıyıkları ile tam bir eşkıyaydı.

Gaziantep sokakları ondan sorulur,

Onun adı ve onayı olmadan kuş uçmazdı…

Pavyonda en ön masa ona ayrılır,

Genelevlerde kral gibi karşılanırdı…

Namı Türkiye sınırlarını aşmış,

Dünyaya yayılmıştı…

Ne de olsa çok büyük bir iş başarmıştı…

Bundan tam on altı yıl önce dedesi kanserden ölmüş,

O da bu ölümden tam on gün sonra,

Bir doktor öldürmüştü…

O kadar ünlüydü ki…

Kime sorsanız o olayı hatırlardı…

Hapishane hayatı onu olgunlaştırmış,

İçeride ağa olmuş,

Koğuşta başköşeye oturtulmuştu…

Yıllar yılları kovalamış,

Onun gibisi hiç olmamıştı…

Böyle katil görülmemiş,

Şimdi baş tacı edilmişti… 

Dün akşam şehit meslektaşımız Dr. Ersin Arslan’ın ağabeyi ile dertleştik;

Bu satırları ondan izin alarak yazıyorum…

Daha yazacağım çok şey olacak…

Ne Ersin’in ailesi, ne de biz hekimler bu cezayı yeterli bulmuyoruz.

2028’de “ben doktor öldürdüm” diye dolaşacak bir kabadayı ile,

aynı havayı solumak istemiyoruz.

Ersin Arslan’ın katiline verilen ceza gözden geçirilsin,

Gerekirse bir yolu bulunup bu kabadayı müebbet hapse mahkum edilsin!

İstenince oluyor,

Çok iyi biliyoruz!

Lütfen destek verin,

bu fikri paylaşın,

Ersin için…


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Top, tüfek falan filan

Parlak çizmelerini çıkarır,

Kubbenin altına doğru adım adım ilerler…

Selimiye Camii o gün tıklım tıklım doludur.

Gözü Cami’nin güneydoğu yönünde yer alan küçük kubbedeki karartıya takılır.

Yanındakilere bunun ne olduğunu sorar:

Cami görevlisi bunun Rus ve Bulgar topçusunun ateşi ile meydana geldiğini, ancak tamir etmeye fırsat bulamadıklarını söyler ve korkarak başını eğer…

Hava soğuktur ama bu cevapla ortam daha da buz keser.

Herkes Mustafa Kemal’in ne diyeceğini merak ederken o çok daha enteresan bir çıkıştı bulunarak;

Top ateşinin Cami’ye verdiği bu hasarın asla tamir edilmemesini emreder ve şu tarihi sözleri söyler:

“Efendiler; bugün dost olduklarımız yarın yine bizim mescitlerimize kast edebilir ve bizleri yok etmek için her türlü yola başvurabilirler. Bu hasar tamir edilmesin ve gelecek nesiller bu hasarı görsün ki bu gerçek hiç unutmasın”

Geçen ay bir sebepten Selimiye Camii’ni ziyaret ettim ve o karartının halen daha orada durduğunu bizzat tespit ettim.

Bunları neden anlattığıma gelince;

Bizimle alakası olmayan saçma sapan bir savaşa kesinlikle karşıyım. Benim halkımın hayatını tehdit eden bir durum yokken herhangi maceraya atılmayı da asla doğru bulmuyorum.

Üstüne üstlük nükleer santrale karşılık domates ticareti yaptığımız Ruslarla didişmeyi olabilecek en aptalca hareket olarak nitelendiriyorum.

Üzülerek görüyorum ki savaşı çocuk oyuncağı sanan bir milletiz.

Savaşta önce çoluk çocuğun öldüğünün de sanırım farkında değiliz.

Halen daha topla tüfekle işin bittiğini,

O kalmasa tencere tavayla düşman def edeceğimizi düşünüyoruz.

Hatta bazı akıl fukaraları çıkıyor ve diyor ki:

Şahin politika izlemeliyiz,

Azerbaycan’ı yanımıza çekmeli,

Bize katılması için İran’a ayar vermeliyiz.

Bu yorumları yapanların birçoğunun yüksek tahsilli olması,

Hatta bir kısmının da hekim olması inanın beni çıldırtıyor.

Hayatında tarih, uluslararası strateji ya da coğrafya okumayan insanlar,

Geliyor ahkâm kesiyor.

Bu kadar cahillik olmaz!

Ey Türk Milleti akıllı ol:

ABD’ye güvenip yarın Rusya ile harp edersin,

ABD çeker gider;

Bir başına Anadolu’da kalıverirsin…

Öfkeyle kalkan zararla oturur.

Barıştan asla vazgeçmeyelim.

Anlık hatalar olabilir,

Ancak kendi kendimizi gaza getirmeyelim.

Yurtta ve dünyada barış lafı gazoz olsun diye söylenmiş bir laf değildir,

Bunu gerçekten iyi bilelim…

Bir şey yapacaksak da önce kendi kendimize yetecek bir ülke haline gelelim.

Bilmem anlatabildim mi?


Kategoriler
Köşe Yazılarım

YİRMİ DÖRT…

Beslenme çantasının içine özenle yerleştirdiği küçük yeşil eriklerle yola çıktı.

Okul zili çaldığında çoktan ana sınıfındaydı.

Elişi derslerindeki kabiliyeti ve olağanüstü zekâsı öğretmenlerinin gözünden kaçmadı.

Koca bir yılı, ilkokula başlamanın hayaliyle geçirdi.

İkinci sınıfta Ayşe’ye âşık oldu, sevdi, unuttu.

Beş koca yılın ardından anadolu lisesi sınavlarını kazanarak ortaokulun yolunu tuttu.

Müthiş zekiydi. Hekim olmayı düşlemeye başladı.

Lisenin ardından üniversite sınavlarında da olağanüstü bir başarı göstererek tıp fakültesini kazandı.

Tıp zorluydu, çetindi ama o azimliydi…

Göğüs cerrahisi uzmanı olacak, hastalara şifa dağıtacaktı.

Dediği gibi de oldu.

Tıpta uzmanlık sınavını kazanarak kendini göğüs cerrahisinde buldu.

Ondan mutlusu yoktu.

Ve küçük yeşil eriklerle başlayıp, büyük umutlarla devam eden yirmi dört yılın sonunda göğüs cerrahisi uzmanı oldu.

Adı Ersin, soyadı Arslan’dı.

Bir katil tarafından 17 Nisan 2012 günü onlarca kez hunharca bıçaklandı. Hatta bunu yapan o kadar vahşiydi ki vücudundaki tüm kan akana kadar Ersin’in üstünden ayrılmadı.

Fazlasını yazamayacağım…

Mahkeme görüldü, karar verildi…

Sussam olmayacak, susmasam olmaz.

Ama adalet bu değil!

Yirmi dört yıllık olağanüstü emeğe, yirmi dört yıl ceza verildi.

Hatta 17 Nisan 2028’de katilin tahliye edileceği söylendi.

Bunu benim vicdanım kabul etmiyor.

Sizin ediyorsa, eyvallah!

x x x

Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de on binlerce şiddet olayı gerçekleşti;

Ne bir adım atıldı,

Ne bir yasa yapıldı…

Türkiye’de sağlık çalışanları ölüme terk edildi.

Soruyorum size:

Canımızı koruyacak mısınız?

Yoksa bizim adımızı da bir hastaneye vererek olayı kapatacak mısınız?


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Suriyeli

Topallayarak acil servisten içeri girdi,

İltihaptan şişen ve kızaran sağ ayağı koca vücudunu taşımakta zorlanıyordu…

Acı duyduğu her halinden belliydi…

Sokakta yaşayan ama sokağı hak etmeyen bir adamdı,

Zaten kim sokağı hak ettiği için sokakta yaşardı ki?

Dört yüze vuran şekeri, beş lirayı bile bulmayan parası ve vakur bir ifadesi vardı.

“Hocam insülin var mı” dedi.

“Sizi yatırıp tedavi etmemiz lazım” dedim.

“Ya sonra” dedi.

“Ya sonra?” dedim…

“Hocam Allah razı olsun ama yatmak istemiyorum” dedi.

“Neden?” dedim.

“Siz yatırınca her şey düzeliyor sonra taburcu oluyorum ama bu sefer insülin alacak parayı bulamıyorum”

“Yeşilkart’a başvursan?”

“Başvurmadım mı sanıyorsunuz? Büyük dedemden kalan 200 metrekare çorak bir arsa sebebiyle yeşilkart çıkmıyor, arsayı da satamıyorum, öyle ortada kaldım işte, param yok, işim yok, hiçbir şeyim yok!”

Bu satırları neden yazdığımı merak ediyor olabilirsiniz, anlatayım:

Türkiye’de şu ya da bu sebeple sağlık sistemi dışında kalan çok insan var. Sebepleri tartışılabilir. Bunların büyük çoğunluğu da işsiz gençler, mevsimsel işçiler, tarımla uğraşanlar ve büyük şehirlerdeki kalabalık yalnızlar.

Bugün bu yazıyı okuyup omuz silkebilir, “benim sağlık sigortam” var diyerek üst perdeden bakabilirsiniz. Ama sizden ricam bu satırları unutmayın.

Eğer sağlık sistemindeki dönüşüm bu şekilde devam ederse ilerleyen dönemde hepimiz önce tamamlayıcı sağlık sigortası ardından da özel sağlık sigortası yaptırmak zorunda kalacağız ve inanın bu masrafı karşılamakta çok zorlanacağız.

Bu satırları da herhangi bir ideolojik ya da siyasi bakışla yazmadığımı da bilmenizi isterim. Hali hazırda peşinden koştuğum herhangi bir ideoloji olmadığını da bu satırlara özellikle eklerim.

Neyse; “o adamcağıza” dönelim.

İstediği gibi insülin yaptık, şekerini düşürdük. O gece şeker koması ile gelen bir hastadan bir kalem insülin rica ettik; Allah razı olsun o kendi üç kalemini verdi. İmece usulü geçici bir çözüm bulduk kısacası.

Sonra mı ne oldu?

Nöbet ertesi bana “özel bir kimlik kartı” ile Suriyeli bir hasta geldi. Yaklaşık 1.500 liralık şeker tedavisini reçete ettirdi. Eczaneye gitti beş kuruş para vermeden misafir olduğu ülkede hayatına devam etti.

Suriyeli mültecilere bu hizmetin verilmesine asla karşı değilim bunu bilmenizi isterim. Tıp fakültesi öğrencisiyken Barış ve Mülteci Kolu Türkiye Direktörlüğü de yapıp, mülteci haklarını da savunduğumu bu vesile ile eklerim.

Mesele bu değil anlayın.

Mesele şu:

Kendi oğlunu döven, el âlemin çocuğunu seven baba gibi devletimiz.

Peki, soruyorum size; böyle ne kadar devam edebiliriz?


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Doktorlar neden gülmez?

Mavi bir elbise vardı üstünde…

Hayata umutla bakan kahverengi gözleri,

Kıvırcık saçları,

Ve tükenmek üzere olan nefesi…

O henüz yirmi bir yaşında canlı canlı ölüyordu,

Biz yirmi üç yaşında canlı canlı yaşıyorduk,

Baharın taze çiçeklerinin,

Ege acil’de birer birer gidişini…

x x x

Sıradan bir nöbet gecesi,

Kendini en acil sayan,

Ama hiçbiri gerçek acil olmayan hastalarla doluydu acil servis…

İçinde üniversite öğrencileri olan bir otobüs,

İzmir Manisa Sabuncubeli geçidinde devrilivermişti…

112 telsizden gelen “hazır olun” mesajı kötü bir şeyler olduğunun habercisiydi…

Neredeyse tüm hekimler hemen acil servise geldi…

Neyle karşılaşacağını bilmeyen izleyiciler gibiydik…

Sessizce bekledik…

Ambulansların peşi sıra gelişini izledik…

Ne ambulanslar geç kaldı,

Ne hastanede eksik vardı,

Ama Azrail’in soğuk nefesi o gece oradaydı…

Kızılca kıyamet dedikleri bu olmalıydı…

x x x

Üzerine koca otobüs devrilmiş,

Ölümüne isyan yaşayan,

Yirmi bir yaşında gencecik bir kız…

Büyük damarları paramparça ama aklı başında…

Ve şaşılacak bir şekilde o anda hayatta…

Kan gölünde bir cerrah kanamayı durdurmaya çabalarken;

Aslında her şey için oldukça geçti…

Ve o noktada yirmi bir yaşındaki bir çiçekle konuşur gibi başladım sözlere…

Hayata güzel bir şekilde veda etmesi niyetine…

İyi misin dedim,

Gözlerini kırptı,

İyi olacaksın dedim bütün felaketin aksine,

Elini uzattı kanlı elleriyle elimi sıktı.

Aslında gerçeği o da biliyordu,

Ben de biliyordum,

Bütün dünya biliyordu…

Kötü bitecek bir filme iyi bir son yazmak gibiydi bizimki…

Son bir kez baktı gözlerimin içine,

Elveda der gibiydi…

Damarlarındaki tüm gençlik kanı o anda bitivermişti.

Kalp masajı suni teneffüs derken,

Geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkıverdi.

Gözlerin de konuşabildiğini ondan öğrendik o gece…

Ne zaman İzmir’den Manisa’ya gitsem,

Sabuncubeli’nden geçsem bu kız gelir aklıma…

Hayalleri, gözleri ve son nefesi…

x x x

Doktorlar neden gülmez,

Acil servisi birbirine katar,

En acil benim,

Ölüyorum diyorsunuz ya bazen,

İtiraf edeyim,

O an bu kızı düşünür,

Size içten içe gülerim.

Yapmayın etmeyin,

Acil servisleri gereksiz yere meşgul etmeyin.