Kategoriler
Köşe Yazılarım

Doktora neden yasak?

“Okulların açılacağı günü Milli Eğitim Bakanlığı’nın değil Turizm Bakanlığı’nın belirlediği tek ülkeyiz.”

Yazlık yerlerdeki oteller birer birer işçi çıkarmaya,

Turizm de dibe vurmaya başlayınca,

Hükümet çareyi kurban bayramını yaz tatiliyle birleştirmekte buldu.

Doğru bir adım olabilir ama konunun sağlık sektörü ile ne alakası var dediğinizi duyar gibiyim…

Dilerseniz anlatayım:

Bildiğiniz üzere,

Doktorları sürekli hedefe koyan Sıhhiye sırça saray ekibi,

Doktorları mutlu eden ne varsa,

Yıllar içinde birer birer yasaklamaya başladı…

Tıbbi ürün tanıtım toplantıları,

Ve tıp kongreleri de ilerleyen bu süreçte yasaklardan nasibini aldı.

İlk görünüşte tatil yapıyorlar,

Yiyorlar,

İçiyorlar,

Geziyorlar diye karşı çıkılan bu toplantılar;

Aslında ticari hayatta,

En basit bayiden,

En üst düzey yöneticiye kadar,

Binlerce farklı sektörden,

Yüz binlercesinin katıldığı bayi tanıtım toplantılarından ya da organizasyonlardan farksızdı.

Farksızdı ama söz konusu doktorlar olunca,

İntikam duygusu ile kaplanan sıhhiye sırça saraylılar,

Bu organizasyonları baltalamak için ellerinden geleni yaptı.

Sonuç olarak ne oldu?

Kışı boş geçiren sahil şeridi otelleri birer birer boşaldı,

Turizm firmalarında iş bulan binlerce eleman işten çıkarıldı,

Sıhhi tesisatçısından, şoförüne;

Temizlikçisinden, resepsiyonistine kadar yüzlerce iş kolu derin yara aldı…

Bacasız sanayinin olmayan bacası yıkıldı.

Devletin cebinden beş kuruş para harcamadığı,

Yabancı ilaç firmalarının yurt dışına götüreceği dövizi dolaylı yollardan da olsa Türkiye’de bıraktığı milyarlarca lira böylelikle memleketten kaçtı…

Tabi ki Türkiye’de turizmin dibe vurmasının sebebi bu toplantıların iptal edilmesi değildi, ama sektörün bir şekilde de olsa devam etmesi bu toplantılar sayesindeydi.

Ne oldu peki?

Tıbbi tanıtım toplantılarında meslektaşlarıyla bir araya gelen,

Haftanın yorgunluğunu sofralarda dertleşerek tüketen hekimler gitti.

Yerine somurtan,

Canı sıkılan doktorlar geldi…

 

Sözün özü,

Haftada bin kişinin derdini dinleseniz,

Kocası tarafından aldatılan kadınlara,

Çocukları tarafından terk edilen yaşlılara,

Cinsel istismara maruz kalan insanlara,

Ve bitip tükenmek bitmeyen acılara gün boyu maruz kalsanız,

Acaba siz de bir yerlere kaçıp gitmek ister miydiniz istemez miydiniz?

Hekimler de insandır,

Dedim ya,

Her şeyin bir nedeni var:

Anlayana,

Anlamak isteyene…


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Doktoru neden vurdular?

Hep denir ya;

Şafağa en yakın an,

Gecenin en karanlık anıdır diye,

Anasını sattığımın karanlığı hiç bitmez mi bu memlekette?

Hiç doğmaz mı güneş güzel ülkeme?

Barış günü bir doktor kaybettik Diyarbekir’de…

Barış günü…

Ölümle yaşam arasında çalışan Abdullah Biroğul,

Savaşla barışın eşiğinde;

Göçüverdi öteki aleme…

Kalleşçe,

Adice,

Nankörce…

Binlerce hekim gibi,

Sadece hastalıklarla savaşmayı bilirdi…

Cerrahpaşalı bir neferdi…

Elli dördüncü dönemde…

Mecburi hizmete gitmişti,

Gitti…

Ersin gibi,

Kamil gibi,

Melike gibi…

Güvercin kanadına yazılan barış mektubu gibi,

O da gitti…


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Bugün 9 Eylül…

Bugün saray ve soytarılarının hesabının kesildiği gün…
Bugün Anadolu işgalini padişah bozuntusunun misafirleri diye takdim eden yandaş basının sonunun geldiği gün…
Bugün direnişçi Mustafa Kemal’e ve silah arkadaşlarına idam fermanı çıkaran sahte din âlimlerinin korkudan tir tir titrediği gün…
Bugün kutlu ve mutlu bir gün…
Bugün tüm Anadolu’nun el ele vererek memleketi tüm pisliklerden temizlediği gün…
Bugün dörtnala gelip uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı gün…
Mustafa Kemal’in Gençliğe Hitabe ’de dediği gibi:
İç düşmanlarımız olabilir,
Dış düşmanlarımız olabilir,
Hatta memlekette idareyi elinde tutan saray ve soytarıları halkın fukaralık içinde harap ve bitap düşmüş olmalarına gözünü kapayabilir,
Hatta ve hatta bu iktidar sahipleri kendi saltanatları ve kişisel çıkarları için düşmanlarla işbirliği içerisinde olabilir,
Tüm bu dehşet tablosu içerisinde,
Türkiye Cumhuriyeti evlatlarının tek bir görevi vardır!
Ne pahasına olursa olsun;
Sonucu ne olursa olsun,
İçinde bulunduğu durumu düşünmeden göreve atılmak…
Muhtaç olduğumuz kudret hepimizin içinde;
Korkmayın.
Vazgeçmeyin.
Bu ülke bizim.
Biz bu vatanı Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle hep beraber kurduk…
Birbirimize düşman olarak değil,
Düşmanımızı bilerek Kocatepe’den yola koyulduk…
Ne mutlu Anadolu’da kardeşçe ve barış içinde yaşayabilene…
Ne mutlu gerektiğinde gereğini yapmaktan çekinmeyecek olan milyonlarca yüreğe…


Kategoriler
Köşe Yazılarım

40 para 2 doktor

İki el silah sesi duyulur,
İki bembeyaz beden,
İki seksen yere uzanır…
Okuyacağınız bu hüzünlü hikaye,
Bugün bile yürekleri acıtır…

*

Cumhuriyet yeni kurulmuştur,
Ama İstanbul demir yolları Belçikalılarındır…
Genç Cumhuriyet bir karar çıkarır:
Bundan böyle üniversite öğrencilerine biletler,
Tam biletin yarı fiyatınadır!
Belçikalılar bu kararı sallamaz,
Öğrencilere indirimi uygulamaz,
Başlayan tartışmalar ise,
Şirketi hiç yıldırmaz.
Yine de yeni cumhuriyetin mağrur öğrenciler boş durmaz,
40 paralık seyahate asla 80 para bayılmaz!

*
Olaylar içinden çıkılmaz hale gelir;
Belçikalılar emniyet müdürlüğüne dilekçe verir,
Bundan böyle her tramvayda,
Bir sivil polis görevlendirilecektir.

*
Üç tıp öğrencisi kafa kafaya verir,
Eylemleri yayarak genişletir,
25 Kasım’da tüm üniversite öğrencileri aynı saatte tramvaya binecek,
40 paradan fazla ödemeyecektir.
Tıpçılar kafaya takmıştır bir kere,
Haklarından ödün vermeyecektir.

*

Planlanan saat gelir,
Onlarca istasyondan,
Yüzlerce üniversiteli,
Aynı anda tramvaylara 40 para verir!
Ancak tramvaylardan biri belçikalı şirketin önünde,
Birden duruverir,
Şirketten çıkan yabaniler,
Çıkan arbedede,
İki tıp öğrencisini oracıkta öldürüverir!
Cansız beyaz bedenleri yere uzanan,
Beyaz önlükleri kanla boyanan tıbbiyeliler,
Cumhuriyet’in ilk hekim şehitleridir…

*
Mesele Gazi’nin kulağına gelir,
Demiryolları yıllar içinde millileşir,
Öğrencilerin cebinde taşıdığı paso,
İşte bu mücadelenin neticesidir.


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Cıbıl Doktorlar

Geçtiğimiz gün İstanbul’daki bir doktor arkadaşımdan telefon geldi.

Havadan sudan konuştuktan sonra da konu,

Yine döndü dolaştı,

Sağlık sistemine geldi.

O anlattıkça da,

Bana geldiler de,

Geldi…

11 milyon TL’yi (bizim kuşağa göre 11 trilyonu) cebine koyan bir müteahhit,

İstanbul’da özel bir hastane açmış;

İlkokulu zar zor bitiren zat-ı şahanemiz,

Hastanedeki tüm uzman doktorları her akşam toplar,

Bakın siz yıllarca okudunuz,

Ben ilkokuldan sonrasını bıraktım,

Siz eşek gibi ders çalıştınız,

Ben kafamı hiç zorlamadım,

Ama görüyorsunuz hepinizin maaşını ben veriyorum diye,

Göbeğini kaşıya kaşıya hayat hikâyesini anlatmaktaymış…

Arkadaşım:

“hadi bir kere anlattın be adam”,

“Tekrar tekrar anlatmak neyin nesi” diye bana dert yanarken;

Kendisine Ortadoğu’da yaşadığını hatırlatarak;

Yıllarca Hacettepe tıpta hastane mikrobu yutacağına,

O Karadenizli müteahhit gibi çimento tozu yutsa,

Durumun böyle olmayacağını,

Ona takılarak anlattım…

E ne demişler;

Kamış ses verince,

Ney oldum sanır,

İp gerilince,

Yay oldum sanır,

İnşaata bağlı bir ekonomide böyle müteahhit müsveddeleri de,

Adam oldum sanır…

Ama asla üzülmeyin,

Elbet adalet yerini bulacak,

Böyle zirzopların da,

Allah tez zamanda belasını verecek.

Demişti dersiniz.

*Cıbıl: Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre: “Yoksul, parasız, geçim darlığı çeken”