Kategoriler
Köşe Yazılarım

Gözleriniz dolarak okuyacaksınız: “Türk Kelebeği”

Erol UZSOY

Kaynak: Lozan Mübadilleri Derneği /Erol UZSOY

1970 li yıllarda yayınlanan “kelebek” isimli anı/romanı duymayan okumayan yoktur herhalde. Henri Charrier isimli Fransız kürek mahkumunun, Fransa’nın Güney Amerika’daki Guyana adlı sömürgesindeki cezaevi kampında geçirdiği günlerin anlatıldığı bu kitap ülkemizde de sayısız baskı yapmış, Dustin Hofman’la Steve McQeen’in başrollerini oynadığı filmi de hasılat rekorları kırmıştı.
Ancak, Hasan İzzettin Dinamo’nun yazdığı, 1981 senesinde Yalçın Yayınları’ndan çıkan “Türk Kelebeği” isimli anı/romandan pek kimselerin haberdar olduğunu sanmıyorum.

Hasan İzzettin Dinamo, kitabın tanıtım sayfasında romanın kahramanı Mehmet Ali Kayen’i şöyle tanıtıyor; “Bu okuduğunuz kitap Mehmet Ali Kayen’in serüvenleridir. M.Ali Kayen’i ben otuz yıl önce tanıdım. Bana, ışık saçan Guyan kelebeklerinden söz ederdi. Onu çok konuşturmak istedim. Birgün ünlü Fransız “Kelebeği”nin çevirisini okuyunca şaşkınlıklar içinde kaldım. Hemen götürüp M.Ali Kayen’e verdim. O da okudu. “Hasan bey” dedi. “Benim serüvenlerim bundan çok daha zengindir. Hemen yazmaya başlayalım”. Yazmaya başladık. Altı ay durmadan her gün birkaç saatimizi bu işe verdik ve çalıştık. Kitabı böylece ortaya çıkardık.”

Türk Kelebeği, Mehmet Ali Kayen
Mehmet Ali Kayen

M.Ali Kayen’in anlatımı ile kitap şöyle başlıyor: “ Benim serüvenim 1919 Mayıs’ının on beşinci günü İzmir’in işgali ile başladı. O tarihte henüz 17 yaşındaydım. Düşman, bizi Drama’dan, Makedonya’nın o güzel kasabasından kovmuş, arkamızdan kovalayarak Anadolu’ya ayak basmıştı. Biz, Rumeli göçmenleri, bunun anlamını, istilayı yeni görenlerden çok daha iyi anlamıştık. İzmir’in işgali, bütün yurtsever Türkler gibi beni de canevimden vurmuştu…..”

“…….İşgal orduları İstanbul’a girdiğinde ben istanbul’un yeni yetmelerinden, ele avuca sığmaz, haşarı bir delikanlıydım. Drama’nın Rodop Dağları bölgesinde yırtıcı bir kuş gibi serbest, kendi başına buyruk bir çocukluk geçirmiştim. Sonra, Rumeli elden gidincegöçmen olarak gelip İstanbul’a yerleşen aile çevremin elinden bir cıva damlası gibi kaymış, bin bir maceranın ortasına atılmıştım. Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar İstanbul’a gelinceye kadar tabancalı, bıçaklı külhanbeyliğe özenmiş, az zamanda ünlü bir bıçkın olup çıkmıştım.”

“……Polislerle, İstanbul’un türlü kabadayılarıyla sürüp giden dövüşlerim, kavgalarım o günlerde birdenbire yön değiştirmişti. Dövüşeceğim insanlar, kendi ayaklarıyla karşıma gelmişlerdi. Birdenbire kendimi yepyeni bir işin içinde bulmuştum. Yepyeni arkadaşlar edinmiştim. Bunlar, Anadolu’ya silah, cephane kaçıran gizli örgütlerde çalışıyorlardı. Bu delikanlılar, şimdi bile gözlerimin önünde capcanlıdırlar. Oysa, hepsi Azrail’in türlü oyunlarına kurban gittiler. 21 yaşında fidan gibi sarışın Edirne’li Muzaffer, Gülhane Parkı’nda Fransız Polisi tarafından dumdum kurşunu ile vurulup öldürüldü. Kısa boylu, esmer, şişmanca 26 yaşında Çanakkale’li Kazım, 19′ unda uzunca boylu buğday benizli Unkapan’lı İrfan, uzun boylu sarışın Boşnak Abidin, hepsi okumuş çocuklardı. Son ikisi Fransız İşgal kuvvetleri tarafından silah kaçakçılığı yüzünden kurşuna dizildiler. Divanı Harp kararı bizim hükümete bildirildiyse de hükümet onların ölülerini olsun Fransızlardan almadı..”

Kurtuluş Savaşı sadece cephelerde olmadı. Kuvayı Milliye’nin silah ve cephane ihtiyacının büyük bir kısmı, müttefiklerin el koyduğu İstanbul’daki Osmanlı Ordusunun silah depolarından karşılandı. Karakol ve MM Gurupları adları ile örgütlenen dinrenişçiler bazen baskın, bazen rüşvet, bazen Müslüman Mütefik askerlerinin hoşgörüsü, bazen de düpedüz çalarak, silah ve cephaneleri takalarla Anadolu’ya kaçırıyorlardı. Bu gurupların içinde, eski subaylar, küçük memurlar, hamallar, külhanbeyleri, beyzadeler velhasıl her türlü vatansever insan vardı. İşte Türk Kelebeği Drama muhaciri M. Ali Kayen de İstanbul bitirimlerinden vatansever bir gençti. Gözünü budaktan sakınmayan, içi vatan sevgisi ile dolu M. Ali, canı bahasına bu silah depolarının soyulmasında gönüllü olarak çalışıyordu. Ama sonunda müttefik askerler tarafından yakalandı ve tutuklandı.

Silah kaçakçılığı suçu ile önce idama mahkum edilen Dramalı M. Ali’nin cezası bilahare Fransız Sömürgesi Guyan’da kalebentliğe çevrilir ve M. Ali elleri ayakları prangalı olarak gemi ile önce Fransa’ya, oradan da Güney Amerika’daki Fransız Guyana’sındaki tropik ormanların içindeki hapishane/kampa gönderilir. Yıllarca o cehennemden beter yerde yaşayan, yerli bir kadınla evlenen M. Ali binbir maceradan sonra bir Türk’le birlikte buradan kaçar ve uzun yolculuklardan sonra artık özgür bir ülke olan Cumhuriyet Türkiye’sine gelen bir gemiye binmeyi başarır. Maceranın sonunu, kitabın bitiş sayfalarından, Dramalı M. Ali’nin ağzından öğrenelim:
“……Vapur hızla Türkiye kıyılarına ulaştı. Artık, yemyeşil Türkiye engin bir görüntü halinde gözlerimizin önünden geçiyordu. Bir sabah sekiz-dokuz arası birdenbire geminin direğine Türk bayrağının çekildiğini gördüm. Meğer Çanakkale’ye gelmişiz. Artık Türk sularında bulunuyorduk. İçime ölümsüz bir mutluluk, çoşkunluk yayıldı. Gittim, tepesinde bayrağımızın dalgalandığı direğin altına sırt üstü uzanıp yattım. Başımın üzerinde masmavi bir gökyüzü, onun altında iri bir gelincik gibi Türk bayrağı dalgalanıyor, sert boğaz rüzgarının etkisi ile hışırdıyordu. Yarabbim dedim. Artık, ölürsem bu bayrağın gölgesinde öleyim!”
İşte, Dramalı Mehmet Ali’nin olağanüstü hikayesinin özeti bu. Dramalı Mehmet Ali’nin ve kurtuluş mücadelesinin İstanbul ayağında şehit olan genç arkadaşlarının mekanları cennet olsun……

Yazan: Erol UZSOY 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir