Kategoriler
Köşe Yazılarım

İster miydin yeniden çocuk olmak?

Küçük kırmızı Türk Bayrakları’nın süslediği sınıfları doldurmak,

El işi kağıtlarından rengarenk dünyalar kurmak,

Pastel boya kokusunu içinize çeke çeke solumak?

Andımızı okumak,

Mustafa Kemal’in 81’de doğup,

Atatürk’ün hiç ölmediğine inanmak?

Plastik top niyetine ezilmiş kola kutuları ile maç yapmak,

Tek kanaldan susam sokağı izlemek,

Ninja kaplumbağlarla pizza yemek?

Kırtasiyeye gitmek,

Postaneye gitmek,

Köy gezilerine gitmek,

Radyasyonlu fıstık yiyip,

üzerine dağıtılan sütü içmek!

ilk defa 23 Nisan’da,

kısa kollu önlük giymek.

Okuma bayramında doktor olmak.

Sonra da gerçekten doktor olmak.

Hayal kurmak.

Kurduğun hayallerde ölmek.

İster miydin?

Şimdi 23 Nisan ne ki?

Yine de kutlu olsun!


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Sadaka Taşı

Muhteşem Süleyman’ın ustalık eseridir Selimiye… 

O kadar muhteşemdir ki, anlatmakla bitiremezsiniz. O muhteşemliğin içindeki “küçük ayrıntı” esasında daha da muhteşemdir: “Sadaka Taşı”. 

Yatsı namazından sonra, durumu müsait olanlar “Sadaka Taşı’nın” üzerine evvel vakit birkaç akçe koyar; ihtiyacı olanlar da “ihtiyacı kadar” o taştan sadaka alırmış. Bu “alışveriş” ise gecenin çöktüğü; kimsenin kimseyi görmediği, zifiri karanlıkta yapılırmış. Alan el, veren eli görmezmiş.

Aradan yıllar yıllar geçmiş… 

Genç bir kanser hastası, Selimiye Cami’sine çıkagelmiş.

Tam da “Sadaka Taşı” önünde;

Tası yakmış*, feryat etmiş… 

Derdi varmış, derman istemiş… 

Kızcağızın üzerine atlayan korumalara mı üzülsek, eline tutuşturulan liralara mı, bilemiyorum…

Ama tıp fakültesi okurken “sosyal güvencesi olmayan” bir hekim olarak şunu çok iyi biliyorum:

Nerde boynu bükük bir garip görsen 
Hor görme kim bilir ne derdi vardır 
O garip halinde ne sırlar gizli 
Onu bu hallere bir koyan vardır 

Şimdi sosyal güvencesi olmayıp “bana beni anlatan tüm hastalarıma” benim yaşadıklarımı yaşamasınlar diye gönül gözüyle bakıyorum.

Hiçbir şey beklemeden!

Allah kimseyi güvencesiz, çaresiz ve sıhhatsiz bırakmasın.

Devlet hizmeti ile yükümlü kılındığım yıllarda; devletin tıp fakültesi okuyan evladına olan yükümlülüğünü yerine getirememesi ne kadar acı ise; dün Selimiye’de yaşanan olay benim için bir o kadar acıdır.

Belki hepsi birbirinden farklı durumlardır ama, özü hep aynıdır!

Selimiye’nin arasta (çarşı) yönündeki “savaş izleri” halen daha durur. Tamir edilmesi de, bizzat Mustafa Kemal tarafından yasaklanmıştır.

Neden mi?

“Bize saldıran düşmanların dinimize nasıl kastedebileceğini, gelecek kuşaklar görsün diye.”

Yorum yok.

Yorum yok.

Alan el, veren eli görmemeli.

Devlet, vatandaşından ürkmemeli.

*Osmanlı İmparatorluğu zamanında, derdi olan ancak hiçbir şekilde bu derdi çözülemeyen vatandaş, son çare olarak kayıkları ile Haliç’e kürek çeker, başlarının üzerine tas koyup; içinde dilekçelerini yakarmış. Bunu gören Padişah, vatandaşı huzuruna çağırır, derdinin çözülmesi için derhal vezirlere emir verirmiş.


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Acil Serviste Hasta Yakını Doktor Olmak

Acilde çalışmakla acil önünde beklemek farklı kesinlikle,
Bir kere içeride n’oluyo bilmiyorsunuz 
Oturduğunuz soğuk bank,
gerçekten güney kutbunuzu üşütüyor,
Sağda solda inanılmaz bir kaos var,
Şayet hastanızın durumu çok kötü ise,
Cenaze malzemesi satanlar,
gözünüze gözünüze bakıyor…
Hava açık olsa da,
Herkesin içtiği sigaranın dumanı,
garip bir sis oluşturuyor,
Doktorlara baktım bu akşam,
Hasta yakını doktor gözüyle,
Valla işleri zor,
İçerisi de taksim meydanı kadar karışık,
Şark oryantalizminden kurtulamadığımız memleketin,
İnşaat halindeki acilinden,
Sağa sola kıvırtarak çıkıyoruz.
Sonuç olarak,
Şunu ise çok iyi anladım:
“Ne doktor hastayı anlayabilir bu sistemde,
Ne de hasta anlayabilir doktoru!”
Vay bize vaylar size…
Anonsla kapatıyorum satırları:
“Acil servis giriş ve koridorları boşaltıp anonslara uymanız rica olunur”
Tamam ağabey kızma,
Hemen!
Ne de olsa, 
hasta yakını bir doktorum bu gece!


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Akil Adamlar

Bugün Akil Adamlar açıklandı, 

Akıllı adımlar atabilmek için… 

Ne kadar ilginç değil mi? 

Bu listede herkes var, 

Birileri yok… 

Kim onlar? 

Biz hekimler… 

Hani Türkiye’nin en batısı’ndan en doğusuna kadar her yerde olan, 

Vatandaşına şifa dağıtan, 

Dağıttığı şifanın karşılığında; 

dövülen, sövülen ve yalnızlığa itilen, 

Ama her şeye rağmen vazgeçmeyen,

Biz hekimler! 

Ne kadar acı değil mi? 

Halkın nabzını en iyi tutan, 

Ama nabız tutulacak bir konuda söz verilmeyen bizler… 

Hata biz de… 

Listeyi açın bir bakın, 

Bir sürü sivil toplum kuruluşu, oda başkanı var, 

Tabiplerle ilgili hiç kimse yok!

Sözün özü şu arkadaşlar, 

Birlik olmalıyız, 

Sivil toplum çalışmalarına başlamalıyız, 

Hekimlerin hak hukukunu savunmalı, 

Türkiye’de artık söz sahibi olmalıyız! 

Kısacası hekimlerin derdi, 

Herkesin derdi olmalı! 

Şuna inanın ki: 

El ele veren hekimleri; 

Hiçbir kudret durduramaz!

 


Kategoriler
Köşe Yazılarım

Vurun Kahpeye

O senin, ölmek üzere olan ananı kurtardı,

O senin, damarları tıkanan babanı kurtardı,

O senin, kan kanseri olan oğlunu kurtardı,

O senin canını, cananını kurtardı.

Vurun kahpeye vurun!

O ki hayatını senin hayatına adadı!

O ki, sen 180 km hızla fütursuzca giderken,

patlama ihtimali olan beynini toplamak için,

112’de nöbet tutardı…

O ki,

Karının doğuramadığı bebeğini,

Sezaryenle kurtardı!

Halen ne duruyorsun,

Vursana kahpeye!

Hekimler somurtuyormuş!

Somurtur tabi,

Hastaneler tatil köyleri değil,

Beyni patlayan, barsakları yerinden fırlayan,

Hayatının son dakikalarını yaşayan,

Elleri ayakları kesilen,

Binlerce insanla dolu!

Sen ki, ölünün üzerindeki çarşafı kaldıramazken,

Şunu iyi bil,

Üç kulhü bir elham’ı ,

Er kişi niyetine,

O inançsız dediğin doktorlar,

Sessizce okuyor!

Bugün doktorları recm cezasına çarptıranlar,

Yakında kırdıkları kalpler sebebiyle,

Kendilerine bakacak doktor bulamayacaklar…

Herkes bu işi bırakmak üzere!

Bunu iyi bilin!

Vurun kahpeye!